Çin’de bir şantiyede çalışırken, yedi yaşındaki oğlu Tom’un öldüğünü öğrenen Dani, haberi alır almaz Fransa’ya eşi Nora’nın yanına dönerek cenaze hazırlıklarına başlar. Fakat oğlunun ölümünü kabullenmekte zorlanmakta, yas tutmayı reddetmektedir. Yılın büyük bir kısmında onu evinden uzak bırakan bir iş seçtiği, oğluyla istediği kadar vakit geçiremediği için pişmandır. O bu duygularla mücadele ederken hiç beklenmedik bir şey olur, küçük Tom karşısında belirmiş onunla konuşmaktadır. Başta aklını kaçırdığını düşünen Dani, çok geçmeden oğlunun büyülü ve açıklanamaz bir biçimde yeniden ortaya çıkışını kabullenir. Birlikte daha önce planlasalar da bir türlü gerçekleştiremedikleri bir ada yolculuğuna çıkarlar.
Alain Gillot bir ailenin en sancılı zamanlarını konu alan bu romanında yas tutmanın farklı türleri, bir babanın oğlundan öğrenebilecekleri, hayattaki ezberlerimiz ve gönlümüzden geçenler üzerine yalın, zarif ve samimi bir romana imza atıyor.
“Kalpleri (her şeye rağmen) ısıtan bu narin, kadifemsi yas hikâyesinde –saklanan, görmezden gelinen ölüm, yanı başımızda olsa bile� sevgi, korkunç gerçeğe galip geliyor. Bir nevi delilikle, bir başka boyuta geçen babayla tanışıyor, ona eşlik ediyor, onu anlıyoruz.�
‘Zaman tuhaf şeydi, bazen bize anda var olduğumuz duygusu verecek kadar genleşiyor, bazense sıçrayarak uyandığımız saf bir illüzyona, bir hayali yolculuğa dönüşüyordu. Dostlar edinmiş, aşkı bulmuş, aile kurmuş, hafta sonu tatillerini yazlıkta geçirmiş, arabalar satın almış, uçaklara binmiş, Noeller kutlamıştım ama o an itibariyle, sabırla inşa ettiğim bu yapı yerle bir olmuştu. Aslında hiçbiri var olmamış gibi, başlangıç noktasına geri dönmüştüm.� . Dani ailesinden oldukça uzakta çalışıyor. Beraber tatil yapmayalı da uzun zaman oluyor.. Ve yine bir gün çalışırken telefonu çalıyor, eşinin kız kardeşi arayan. Dani’ye oğlunun öldüğünü söylüyor. Öylece, birden bire. Kilometrelerce uzaktaki oğlunun ölümüyle kalıveriyor Dani. Sonra ilk uçağa atlıyor.. Süreç işliyor.. Nasıl ki yaşam beklemiyor, ölüm de beklemiyor.. . Evladını yitiren bir ebeveyni zihinde canlandırmak zor, kalbi büküp atıveriyor. Alain Gillot bu kaybı, yas sürecini öyle yumuşak bir zeminde dimdik kalabilen cümlelerle anlatıyor. Çocuklarının kaybıyla anne ve baba nasıl baş edebilir ki? İşte bu baş edemeyişi okuyoruz. Kısa ve vurucu bir hikaye Bir Ada İcat Etmek. Duyguları kabartıp köpürten cinsten.. . Birsel Uzma çevirisiyle~
Dani, Çin’de bir şantiyede çalışan bir çocuk sahibi bir adamdır. Yedi yaşındaki oğlu Tom’un öldüğünü de Çin’de öğrenir. Fransa’ya eşi Nora’nın yanına gider ve cenaze hazırlıklarına yardım etmeye çalışır Tom’un babası olarak. Ancak bir sorun vardır. Dani yas tutmayı reddetmekte ve oğlunun ölümünü kabullenmekte zorlanmaktadır.
Fransa’dan, ailesinden uzakta yaşamak ve çalışmak onun vaktini öyle çok almıştır ki ne oğluna ne de eşine yeterince zaman ayıramamıştır Dani. Bunun pişmanlığıyla ve suçluluk duygusuyla yaşamak kadar zor olan çok az şey vardır. Oğlunun istediği yerlere onu götürememiş olmak, en basit bir etkinliği bile yaparken onu yalnız bırakmış olduğunu düşünmek bir baba olarak derinden yaralar onu. Ve ansızın hiç beklemediği bir şey olur Dani’nin. Oğlu Tom karşısında belirip onunla konuşmaya başlar. Daha önce planladıkları ama bir türlü gerçekleştiremedikleri ada yolculuğunun önünde artık hiçbir engel kalmamıştır!
Kitabın içinde kayboldum okurken. Yas sürecinin ve kabulllenememe halinin bu kadar iyi anlatıldığı nadir kitaplardan biriydi benim için Bir Ada İcat Etmek. Etrafımızdaki insanları hiç ölmeyecekmiş gibi düşünüp vaktimizi sadece zorunluluklarımıza ayırmanın ne denli pişmanlık yaratabileceği gerçeğiyle yüzleştirdi Gillot beni. Kaybedilen zamanın telafisi mümkün mü sorusunu getirdi aklıma okuduklarım. Yas tutmanın da en az sevinmek kadar doğal bir eylem olduğunu, yola bazen yaralarımızla devam edebileceğimizi hatırladım. Çok ama çok sevdim. Birsel Uzma çevirisi bu güzel kitabı mutlaka tavsiye ediyorum�
"Yas, yaşayan, içindeki en güçlü tarafa seslenen bir şey ve herkesin yası kendine özgü."
Yasla ilgili tek cümle kur deseler, herhalde tam bunu kurardım, ki muhtemelen son 4 senede zaten buna çok benzer cümleler kurdum, hatta belki bunu bile kurmuşumdur. Yasın biricikliği, anlaşılmazlığı, ölümün insanın kendi içinden bir tuhaf karanlık doğurma potansiyelini tetiklemesi çok acayip bir şey sahiden.
Neyse, cümle Alain Gillot'nun "Bir Ada İcat Etmek" kitabından. Açıkçası bu kitaptan epeyce korkuyordum konusu itibariyle, çünkü hala yasa dair bir şeyler okurken zorlanıyorum. Çin'de, ailesinden uzakta çalışan Dani, küçük oğlu Tom'un boğularak öldüğü haberini alıp apar topar Fransa'ya dönüyor, kitap böyle başlıyor. Sonrasında da Dani ve eşi Nora'nın yas süreçlerine, kayıpla mücadele edebilmek için geliştirdikleri bambaşka mekanizmalara, birbirlerinden uzaklaşmalarına, düşmelerine, kalkmalarına şahit oluyoruz.
Çevirmenliği bırakıp daha az yalnız kalmak için öğretmenliğe dönen Nora, bir gün sinir krizi geçirip tedavi almaya başlarken, Dani ise oğlunun hayaletini görmeye ve ona tutunmaya başlıyor. (Nora'nın sinir krizine dair söylediği şu cümle çok çarpıcıydı, dursun burada: "Çok geçmeden en ufak şeye sinirlenmeye başladım... Bir öğrenciyle ağız dalaşına girdim, neredeyse vurmak üzere olduğumu hissedince durumun farkına vardım. Onlardan nefret ediyordum... Hepsinden... Benim oğlum ölmüşken, büyümeye devam eden bu çocuklardan.")
Kitapta bu tür iyi yazılmış cümleler olmakla beraber, genelinde bir sıkıntı olduğu kanaatindeyim. Böyle eleştiri mi olur demeyin, olur valla: bence bu romanın sorunu fazla akıcı olması. Bir oturuşta okunuyor, misler gibi akıp gidiyor ve hayır, bu iyi bir şey değil, çünkü yas bu değil. İnen, çıkan, artan, azalan, insanı soluksuz bırakan, güldüren, ağlatan, şüphelendiren, suçlu hissettiren, öfkelendiren bir şey yas. Yasa dair emin olduğum şeylerin başında doğrusal olmayışı geliyor - oysaki bu romanın temposu pek yerinde. Yası duygu sömürüsünden uzak durarak anlatma tercihine saygı duyuyorum yazarın ama sömürüsü olmadan duygusunu aktarmak da mümkündür ki zaten marifet tam da ondadır kanımca. Bu nedenle maalesef zayıf buldum kitabı. Üzgünüm.
Çok hassas uçlarda dolaştığından özellikle tanıdık acıları daha evvel yaşamış olan okurlar için zor ancak ironik bir şekilde akıcı bir kitap. Canımı acıtacağını sandığım metinlerden çok çekiniyorum, oysa farklı zaman mekanlarda iyi kötü tüm duyguları paylaşmak/ortak olmak bu vesileyle dertleşmek insana iyi gelen bir şey.
Bir hayatın izleri küçücük bir yere sığıveriyordu yazıyor kitabın bir yerinde, hakikaten öyle. Tuttuğunu fark etmediğin nefesi bırakmak gibi.
Alain Gillot'nun Bir Ada İcat Etmek eseri, yasa ve yas tutmanın farklı biçimlerine dair bir roman. İlginçtir ki konusu itibarıyla bana yakın zamanda izlediğim, yine bir roman uyarlaması olan All of us strangers filmini anımsattı. Filmi izlerken çok duygulanmıştım, Bir Ada İcat Etmek'i de okurken boğazıma yumru oturdu sanki.
7 yaşındaki oğulları Tom'un ani kaybıyla baş etmeye çalışan Nora ve Dani'nin yaşadıklarını Dani'nin ağzından okuyoruz. Kitap, cenaze sonrası toplaşılan evler gibi... Ne yapacağını bilememe, aniden atılan kahkahalar ve yenilen yemekler... Kendi çocukluğuyla ve oğluyla vedalaşan bir babanın şu Tibet atasözü ile açılan hikayesine kulak vermek isterseniz Bir Ada İcat Etmek'i mutlaka okuyun derim:
"Erkek çocuğun babası olduğu kadar, çocuk da erkeğin babasıdır."
Yas hakkında bir metin. Sessiz, sakin bir anlatı. Edebiyatta sessizlik bazen sözcükleri kullanma yetisinde eksikliğe bazen de kelimelerin ötesinde bir boşluğa işaret eder. İlki bir uğultu ikincisi ise sonsuzluktan bir parça gibidir. Benim okurken hissettiğim ikincisi oldu. İfadesi imkânsız bir acı nasıl anlatılabilir? Bunun yollarından biri de edebi dilin bitap düştüğü yer olan gündelik dil. Travmada şok hali yaşayan zihin gibi. Dil de şok halinde. Çocuklarının kaybının acısını ancak gündelik hayata dönüş, yavaşlama, sıçrama, öfke, halüsinasyonlar (farklı bir gerçeklik biçimi) gibi sıradan bir anlatı verebilirdi. Bunu hissedince (belki de ben öyle hissetmeyi istedim) metin güçlendi. Özetle sevdim diyebilirim.
Bir insanın yasayabilecegi en büyük acı olan evlat kaybı üzerine yazılmış bir roman. Yazar böylesine duygusal bir konuyu sıfır demogoji ile ele almayı başarmış. Tek başına bu bile övgüyü hak ediyor. Herkesin acıyla başa cik(ama)ma yöntemlerinin kendine özgü olduğunu anlatan çok başarılı bir metin.
Bir Ada İcat Etmek, gerçekten çok duygusal bir kitap. Özet olarak Dani ve Nora’nın çocukları olan Tom’un ölümü üzerine ebeveynlerinin neler yaşadıklarını, hissettiklerini okuyoruz ama kitapta bundan çok daha fazlası var.
Her insanın yası kabulleniş biçimi de yaşayış biçimi de kendine özgüdür, bunu gösteren örneklerden biri de bu kitap. Nora da Dani de oğullarını kaybediyorlar fakat Nora farklı şekilde bu duruma karşılık veriyor Dani ise çok farklı. Dani, bir yandan da geç kalmışlıklarının telafisini yapmaya çalışıyor aslında. Tekrar işi için seyahate gideceğinde son kez Tom’u “şımartmadığı� için bile pişmanlık yaşıyor. Haberi aldıktan sonra ne kadar çok “keşke”si olduğunun farkına varıyor. Bu “keşke”leri düzeltebilmek için kendince bir yola başvuruyor. Bunu kasıtlı olarak yapmıyor aslında. Tom’un bir anda karşısında belirmesiyle başlıyor her şey, biz de Dani’ye bu yolculuğunda eşlik ediyoruz. Tom’la bu zamana kadar yapamadıklarını yapıyor, tatile gidiyor, yemekler yapıyor gibi basit şeyler ama aslında Tom yaşarken bunları hiç yapmamışlar. Sevdiğiniz insanları ertelemenin daha sonrasında böyle sonuçları olabiliyor maalesef ki, o yüzden ertelemeyin.
Dani ve Nora, yaşadıkları bu korkunç sürecin üstesinden gelebiliyorlar mı, orası tartışılır. Ama Tom’un yaşarken bazı durumlarda basit şeyler dahi olsa onlardan mahrum bırakılması, maalesef ki, ailesinin hiçbir zaman aklından çıkmayacak, orası kesin.
“Bir tereyağlı, bir reçelli ve bir tereyağlı reçelli ekmek dilimi.� Belki de bir insanı mutlu etmek bu kadar basittir.
İlginç bir bakış açısıyla, çarpıcı bir baba-oğul hikâyesi.
Ben kitabı çok beğendim. Beni can evimden vurdu. Babayla meslektaş olmamız, yaşadıkları, kendi yasıyla baş başayken bununla mücadelesi mi desek ne desek, yaşadığı tuhaf olaylar. Güzeldi yani.
Eeeeee, inşaatçının parası pul, karısı dul derler. Bu işler maalesef böyle. Aile hayatını belli bir kalitede tutabilmek zorlayıcı olabiliyor.
4,5⭐️ Samimi, içten bir yas hikayesi. Çin'de bir şantiyede çalışırken oğlu Tom'un denizde boğularak öldüğünü öğrenen Dani, apar topar Fransa'ya geri döner. Fakat oğlunun ölümünü kabullenmekte zorlanır. Ne cenaze evinde naaşını görmeyi ne de mezarlıkta oğluna veda etmeyi ister. İşi dolayısıyla oğluyla yeterince vakit geçiremediği için kendisini suçlar. İçinde yaşadığı bu bocalama ile kendi hayalinde yarattığı ve yaşattığı oğlu ile karşılaşır. Daha önce planladıkları ve gidemedikleri ada yolculuğuna çıkarlar ve birlikte zaman geçirmeye başlarlar. Bir anne ve babanın evladının kaybıyla nasıl da başa çıkmaya çalıştığını anlatan, insanın kalbine, zihnine dokunan, akıcı güzel bir kitaptı.
"Zaman tuhaf şeydi, bazen bize anda var olduğumuz duygusu verecek kadar genleşiyor, bazense sıçrayarak uyandığımız saf bir illüzyona, bir hayali yolculuğa dönüşüyordu. Dostlar edinmiş, aşkı bulmuş, aile kurmuş, hafta sonu tatillerini yazlıkta geçirmiş, arabalar satın almış, uçaklara binmiş, Noeller kutlamıştım ama o an itibariyle, sabırla inşa ettiğim bu yapı yerle bir olmuştu. Aslında hiçbiri var olmamış gibi, başlangıç noktasına geri dönmüştüm."
iş kültür'ün yayımladığı çağdaş dünya edebiyatı serisiyle ilk tanışıklığım. takipte olacağım. bir ada icat etmek de, duru, saf bir metindi bana göre. verilmek istenenin aşırıya kaçmadan, amacından sapmadan verildiğini düşünüyorum. ki benim için tam olarak böyleydi. "aşk gıdadır ve verdiğin sözleri tutmak."
Ölümün Zihinsel Coğrafyasında Bir Yolculuk: Bir Ada İcat Etmek Üzerine Notlar
ղı Tuncay
20 Kasım 2024
Son dönemde İş Bankası Kültür Yayınları'nın Çağdaş Dünya Edebiyatı dizisinden birkaç kitap aldım ve bu dizinin titizlikle seçilmiş eserlerden oluştuğunu fark ettim. İş Bankası Kültür Yayınları, özellikle Hasan Ali Yücel Klasikleri serisiyle Türkiye'de vasatlaşmaya yüz tutmuş okuma kültürüne nefes aldıran, kaliteli çevirileriyle geniş bir okur kitlesini dünya edebiyatının başyapıtlarıyla buluşturan bir yayınevi. Bu, sadece bir yayıncılık başarısı değil, aynı zamanda bir kültürel direniş biçimi. İşte bu seçkin dizinin bir parçası olan Alain Gillot’un Bir Ada İcat Etmek adlı romanını elime aldığımda, beni nelerin beklediğini tahmin edemesem de derin bir yolculuğa çıkacağımı hissetmiştim. Roman, hayat ve ölüm arasındaki o ince, neredeyse görünmez bağları sorgulayan bir anlatı sunuyor.
Yazar ve Hikaye Hakkında Alain Gillot, Fransız edebiyatının özellikle derin psikolojik çözümlemelere yönelen bir damarında yazmayı tercih eden bir yazar. Daha önce The Squad gibi eserleriyle tanınan Gillot, spor, insan ilişkileri ve bireyin kendiyle yüzleşme süreçlerini ele alan sade ama çarpıcı bir üslupla yazıyor. Bir Ada İcat Etmek, yazarın bu minimal ve etkileyici tarzının doruk noktalarından biri.
Roman, akut yas sürecindeki bir babanın hikayesini anlatıyor. Kahramanımız, 7 yaşındaki oğlunun ani ölümüyle sarsılan ve Fransa’daki evine dönen bir baba. Oğlunu bir şantiyede çalıştığı Çin’deyken kaybetmiş. Fiziksel mesafelerle ruhsal derinlikler arasındaki bağlantıyı inceleyen bu roman, modern bireyin kayıpla yüzleşmesini hem evrensel hem de oldukça özgün bir düzlemde ele alıyor.
Kübler-Ross ve Yasın İnkarı Romanın en dikkat çekici yanlarından biri, yasın evrelerini Kübler-Ross’un modelini andıran bir şekilde ele alışı. Özellikle “inkar� aşaması, karakterin yaşadığı disosiyatif (bölünme) tepkilerle birlikte çarpıcı bir şekilde yansıtılmış. Baba, oğlunun ölümünü bir film izler gibi, hiçbir duygu taşmasına izin vermeden gözlemliyor. Gillot, bu tepkiselliği anlatırken duygulara boğulmayan bir tarafsızlık içinde kalmayı başarıyor. Bu durum, yasın duygusal yoğunluğunu bir süre askıya alarak, okuyucuya olayları sanki bir sis perdesi arkasından görme hissi veriyor. Bu ince mesafe, hem acıyı hem de karakterin çıkmazını daha belirgin hale getiriyor.
Ölümün Fizikselliği ve Zihinselliği Roman boyunca dikkat çeken en etkileyici tema, ölümün fiziksel bir gerçeklik olarak şok edici ve yakıcı olmasına rağmen, asıl etkilerinin zihinsel bir alanda yer bulması. Toplumun “geride bırakma� kültürüne dair eleştiriler bu bağlamda derinleşiyor. Yazar, yas tutmanın toplumsal pratiklerle belirlenmiş biçimlerini sorgularken, süregiden bağlar yaklaşımını bir alternatif olarak öne sürüyor. Ölenle olan ilişkinin, fiziksel yokluğa rağmen zihinsel bir düzlemde sağlıklı bir şekilde devam edebileceğini anlatıyor.
Burada Gillot’nun hayali bir ada yaratması, bu düşünceleri görünür kılan bir metafor işlevi görüyor. Baba, oğlunun odasını boşaltmak, anılarını silmek ve “geride bırakmak� yerine, oğluyla zihinsel bir bağ kurmayı seçiyor. Bu bağlamda roman, klasik yas anlatılarından ayrılarak, modern psikolojinin önerdiği “bağları koparmak� yerine “bağları yeniden kurmak� anlayışını benimsiyor.
Anlatımın Gücü: Naiflik ve Derinlik Arasında Gillot’nun anlatımı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlarındaki naiflikle örtüşen bir taraf taşıyor. Özellikle ölüm ve yaşam arasındaki boşluk hissini ele alışında, bireyin iç dünyasını ironiden kaçınmadan ama derin bir saygıyla yansıtıyor. Ancak Gillot’nun üslubu Atay’dan farklı olarak daha sade ve doğrudan. Bu üslup, hikayenin akışını hızlandırırken, okuyucuyu bir yandan da durup düşünmeye davet eden bir etkileyicilik yaratıyor.
Romanın dili, okurun zihninde bir dizi metafor ve imgeyi canlandırırken, gereksiz duygusal yüklerden arınmış. Bu, kaybın evrenselliğini ve bireyselliğini aynı anda deneyimleme imkanı sunuyor. Aynı zamanda Gillot, detaylarla dolu tasvirlerden kaçınarak okuyucunun kendi yorumunu yapmasına izin veriyor.
Toplumsal Eleştiriler ve Yas Pratikleri Gillot’nun romanında alt metin olarak toplumsal eleştiriler yer alıyor. Ölümle başa çıkma biçimimiz, bireysel olduğu kadar toplumsal bir süreçtir. Ölen birinin eşyalarının verilmesi, odasının boşaltılması ve geçmişin izlerinin silinmesi gibi “kabul görmüş� uygulamalar, bu romanda sorgulanıyor. Yazar, bu uygulamaların yas sürecini gerçekten kolaylaştırıp kolaylaştırmadığını tartışıyor ve bireyin kendisi için yeni yollar bulması gerektiğini ima ediyor. Bu bağlamda, Bir Ada İcat Etmek, okuyucuya ölümle ilişkisini sorgulama fırsatı sunuyor. “Geride bırakma� yerine “yanında taşıma� fikri, yasın bireysel ve toplumsal yönlerine dair yenilikçi bir bakış açısı kazandırıyor.
Yazarın Mesajı Alain Gillot’nun bu romanla verdiği mesaj, sadece bir yas sürecini anlatmakla sınırlı değil. Roman, hayatın ve ölümün, modern bireyin ruhunda nasıl bir çatışma alanı yarattığını da gözler önüne seriyor. Ölüm, sadece bir son değil; aynı zamanda yeni bir başlangıç, farklı bir ilişkinin kapısı. Bu kapıdan geçmek için bireyin kendine yeni bir ada yaratması gerekiyor.
Sonuç: Ruhumuzda Naif Bir İz Çağdaş Dünya Edebiyatı dizisinin bir parçası olarak Alain Gillot’nun Bir Ada İcat Etmek adlı romanı, hayat ve ölüm arasındaki ilişkileri sorgulayan etkileyici bir eser. Hem bireysel hem de toplumsal düzlemde yas sürecini irdeleyen bu roman, okuyucuya derin bir düşünme alanı sunuyor. Yazarın sade ve etkileyici üslubu, okuyucuyu içine çeken bir atmosfer yaratıyor. Eğer kayıplar, yas ve insanın kendiyle yüzleşme süreci üzerine düşündüren bir eser arıyorsanız, bu roman tam da size göre.
Bu noktada, aklımda, bundan yaklaşık 15 yıl önceki bir anı beliriyor. Çok genç oğullarını travmatik bir hastalık sürecinin ardından kaybeden bir anne ve babayı evlerinde ziyaret etmiştim. Öncesinde oğulları ile defaten psikososyal danışmanlık ilişkisi içinde çalışmıştım. Evlerinde odasına adım attığımda bir garip boşluk hissiyle karşılaştım; odanın neredeyse ondan geriye hiçbir iz kalmayacak kadar boşaltıldığını fark ettim. Duvarda sadece bir fotoğraf kalmıştı. Dayanamadım, anneye dönüp, “Lütfen onu oradan kaldırmayın, çok yakışıyor!� dedim, içimde özlemle karışık bir istekle. Ardından ekledim: “O nasılsa zihnimizde tebessümüyle yaşamaya devam ediyor. Böylece o fotoğrafa her baktığımızda acımız yok olmayacak, ama eskisi kadar da canımızı acıtmayacak.� O gün orada, acının yalnızca bir yara olmadığını, aynı zamanda bir bağ olduğunu hissettim.
Evet, ölüm acı bir ayrılık; ama zihnimiz onu kabul etmez ve hatıralarımız bizimle yaşamaya devam eder. Gillot’nun romanı da tam olarak bu duyguyu yansıtıyor: Ölümün yakıcı gerçekliği, yaşamın zihinsel ve duygusal coğrafyasından silinmiyor. Aksine, onunla kurulan ilişki, devam eden bir bağa dönüşüyor. Bu yüzden Bir Ada İcat Etmek, sadece bir yas anlatısı değil; aynı zamanda hatıraların ve süregelen bağların bir övgüsü. Bu kitap, modern bireyin içsel karmaşasına bir ayna tutarken, ona unutmak yerine hatırlamanın gücünü gösteriyor.
Oğlunu kaybetmiş bir babanın yas sürecini çok dokunaklı bir şekilde anlatıyor. Okurken çok etkilendim çok duygulandım. Sevdiklerimize zaman ayırmanın önemini kitabı okurken bir kez daha anladım.
Kitap bir babanın pek vakit geçiremediği evladını kaybedişinin ardından normalden farklı bir biçimde yas tutuşunu konu alıyor. Sade ve akıcı bir dili var. Ölüm olgusuna farklı bir bakış açısı ile bakmak isteyenler yazara şans verebilirler.
"onlardan nefret ediyordum... hepsinden... benim oğlum ölmüşken, büyümeye devam eden bu çocuklardan." yedi yaşındaki çocuklarını kaybeden bir anne ve babanın öyküsü. daha doğrusu baba ve oğulun öyküsü. onunla geçiremediği vakitleri yarattığı adada oğluyla ilgilenerek, anılar biriktirerek ya da anılarına sığınarak yani kendince yas tutarak, vedalaşarak geçiriyor baş karakterimiz dani. arka kapaktaki alıntıda yazdığı gibi tam olarak; narin ve kadifemsi bir yas hikayesi. adeta ilmek ilmek işlenmiş. keşke bu kadar zamana yayarak okumasaydım ama bu durum beni kitaptan koparmadı, sonunda bugün bitirebildim.
"yas, yaşayan, içindeki en güçlü tarafa seslenen bir şey ve herkesin yası kendine özgü." 🥀
Bu kitap bana françois ozon’un kumun altında filmini hatırlattı ki o filmi de çok severim. Ölümü kabulleniş biçimlerinin akıl sağlığını zorlayan hallerini ve kayıpla baş etmenin getirdiği yas sürecini anlatırken azıcık iç burkan bir baba oğul hikayesi, sevdim.
Alain Gillot'un 'Bir Ada İcat Etmek' romanını, yas sürecimde okudum ve bu kitap, kaybın herkese farklı şekillerde dokunduğunu göstermesi açısından benim için çok önemliydi. Dani'nin, Çin'de çalışırken yedi yaşındaki oğlu Tom'un ölüm haberini alması ve bunun ardından yaşadığı duygusal yolculuk, beni derinden etkiledi.
Bu hikaye, kaybın acısını ve kabullenmenin zorluğunu çok gerçekçi bir şekilde yansıtıyor. Dani'nin oğluyla yeniden bir araya gelmesi, gerçeküstü ve dokunaklı bir şekilde sunulmuş. Kitap, yas tutmanın ne kadar karmaşık ve kişisel bir süreç olduğunu gözler önüne seriyor.
'Bir Ada İcat Etmek', yas tutmanın farklı yönlerini ve bir baba ile oğlunun ilişkisini zarif bir dille anlatıyor. Dani ve Tom'un planladıkları ama hiç gerçekleştiremedikleri ada yolculuğu, okuyucuya hem hüzünlü hem de umut verici bir deneyim sunuyor.
Bu romanı okurken, yas tutmanın herkes için farklı olduğunu ve her birimizin kayıpla başa çıkma şeklimizin benzersiz olduğunu anladım. 'Bir Ada İcat Etmek', kayıp ve acıyla başa çıkarken sevginin gücünü ve hayatta ilerlemeye devam etmenin önemini hatırlatıyor.
Yas sürecine dair, yasın kişiyi nasıl dönüştürdüğüne dair yalın ama bir o kadar da etkileyici ifadeler bırakan bir roman. Etkisinden kurtulması kolay olmayan bir hikaye. Kaybedilen kişinin sanki kaybedilmiyor ve artık o kişinin benliğinin bir parçası olarak devam ediyor. Gillot'nun yas tanımlaması oldukça Derrida tesirinde, benliği olumlayıcı ve dönüştürücü.
"Zaman tuhaf bir şeydi, bazen bize anda var olduğuğumuz duygusu verecek kadar genleşiyor, bazense sıçrayarak uyandığımız saf bi illuzyona, bir hayali yolculuğa dönüşüyordu" (56)
"İki kişinin onları neyi birleştirdiğinin bilincine vardığı o anlardan birini yaşıyorduk" (117)
"Erkek çocukları için her şey efsaneler üzerine inşa edilmiştir. Kahramanlık dışında kurtuluş yolu yoktur" (136)
"Yas, yaşayan, içindeki en güçlü tarafa seslenen bir şey ve herkesin yası kendine özgü" (159)
“Zaman tuhaf şeydi, bazen bize anda var olduğumuz duygusu verecek kadar genleşiyor, bazense sıçrayarak uyandığımız saf bir illüzyona, bir hayali yolculuğa dönüşüyordu. Dostlar edinmiş, aşkı bulmuş, aile kurmuş, hafta sonu tatillerini yazlıkta geçirmiş, arabalar satın almış, uçaklara binmiş, Noeller kutlamıştım ama o an itibariyle, sabırla inşa ettiğim bu yapı yerle bir olmuştu. Aslında hiçbiri var olmamış gibi, başlangıç noktasına geri dönmüstüm.�
Her yas süreci kendine özgüdür fikrini destekleyen ve babaların da oğullarından öğrenecekleri olduğunu gösteren bir kurgu. Anlatımı yalın ve acitasyondan uzak. Şarıl şarıl ağlayacağım ve ya uykusuz kalacağım bir mevzuyu gayet gerçekçi bir perspektiften yansıtmış . İnanç merkezli değil yaşam ve sonuçları üzerinden de gidilebileceğini görebiliyoruz . Elimden bırakmak istemedim .
Résumé S’inventer une île d’Alain Gillot Dani est en Chine. Il travaille sur un gros chantier.
Sa belle-soeur l’appelle et l’informe de la mort de son fils suite à une noyade. Très vite, il part pour rejoindre sa famille et surtout sa femme, Nora.
Avis S’inventer une île d’Alain Gillot Daniel et Nora ont tout pour être heureux. Ils sont amoureux, ont choisi leur vie et ont un petit garçon. Dani part souvent à l’étranger, plusieurs mois, pour travailler sur des chantiers colossaux. Il est en Chine lorsqu’il reçoit l’appel qui va bouleverser sa vie et celle de son couple. Tom, en vacances chez sa grand-mère, s’est noyé. Il est mort. Dani rentre très vite en France. Préparation des obsèques, jour J, accueil de la famille et des amis, Dani n’a pas le temps de faire son deuil et surtout de réaliser que son fils est mort. Il ne peut pas pleurer. Il ne veut pas le voir dans son cercueil. Dani veut s’approprier son deuil.
Le livre s’attache à raconter l’expérience d’un deuil, surtout lorsque cela touche un enfant. Beaucoup de culpabilité est ressentie. Pourquoi avoir laissé Tom à sa grand-mère, femme qui ne s’est jamais préoccupée de ses filles ? Pourquoi ne pas avoir passé de temps avec son enfant car le travail à l’étranger était trop prenant ? Pourquoi avoir dit non à certaines de ses demandes, lesquelles, en définitive, n’étaient que la possibilité de passer un moment entre père et fils ? Nora veut tenter très vite d’oublier les traces de son fils. Elle entreprend un grand ménage dans la maison. Pour Dani, c’est trop tôt, mais il laisse faire. Incompréhension du couple, colère de Nora envers son mari, l’un et l’autre s’éloignent jusqu’� l’hospitalisation de Nora. Elle souffre trop donc elle n’a pas tenu le coup. Le roman s’attache à raconter leur amour, comment il a débuté, comment ils ont choisi de vivre.
Dani a peur que les souvenirs de son fils s’estompent, qu’il ne se rappelle plus sa voix, son visage, son odeur. Quand celui-ci lui apparait, il le rejette. Mais l’esprit de Dani est le plus fort. Il va réaliser ce qu’il a promis à son fils, aller sur une île et vivre des instants rien qu’� eux. Tom est extrêmement présent. Tendre, il a besoin de son père, de lui montrer qu’il est fort. Toutes les scènes sont issues de l’imagination de Dani. Il va lui parler, il va le serrer dans ses bras. Un mirage, certes, mais Dani a besoin de tout ça pour qu’il prenne conscience que sa vie n’en est pas une, que l’on est conditionné dès le départ et que l’on ne prend jamais le temps de vivre selon ses désirs et ses aspirations. Bien sûr, il cache tout ça à Nora. Par peur de sa réaction alors qu’elle est si fragile ? Toute cette aventure lui permet de ne pas sombrer, de dire pardon à son fils pour ses absences. Il suffit d’un drame pour se rendre compte que tout arrive trop tard, mais cela permet de changer de cap.
Outre le fait que ce livre raconte le deuil, comment il est vécu, le message d’espoir est bien présent. Il se traduit par la force de l’amour, de l’amitié entre deux couples très proches, entre deux soeurs. Tous se serrent les coudes pour aller de l’avant, pour enfin se révéler, être qui on est vraiment et ce que l’on veut être.
Deux mots me marquent dans ce roman sensible, aux personnages très attachants, c’est Mon papa. Même si on ressent de l’empathie pour les personnages, je suis restée extérieure à leur vie, je ne me suis pas immiscée dans leur drame, je n’ai pas fait corps avec l’un ou l’autre. Même si lire un tel sujet, on fait preuve un peu de voyeurisme. Je me suis senti détachée car je n’ai pas vécu un tel drame. Je ne sais pas comment je réagirai, même si j’ai quelques pistes quant à mes réactions, vu mon vécu.
Je remercie Babelio pour cette sélection Masse Critique et les Editions Flammarion.
Gerçekle hayali birbirinden ayıran sınır, her şeyin sonuna ulaşıldığında düşündüğümüzden daha da bulanık bir hal alır.
Varlığını içime çekmek istiyordum, gerçek dünyaya doğru yapacağım bu sonu belirsiz yolculukta beni korumasını istiyordum.
Çocukken yetişkinlerin her şeyin yolunda gittiği bir dünyanın anahtarını elinde bulundurduğundan mutlu olmak için onları taklit etmenin yeterli olacağından acılarımızın deneyimsizliğimizin ve bilinmeze dair korkularımızın bir sonucu olduğundan emindik. Fakat yetişkinliğe ulaşınca büyümenin barikatların arkasına sığınmak olası tuzaklardan uzak durmak olduğunu görüyordu insan. Her şey bir başka hayat içindi ve bu hayat için mış gibi yapmakla zaman doldurmakla kılık değiştirmekle yetinmek gerekiyordu. İnsan en azından psikiyatri kliniğinde kendisi gibi olabilirdi, her yanı paramparça belki onarılamaz haldeydi ama hakikiydi.
Problem şu ki insan yetişkin hayatında ne kadar ileri giderse uzak diyarlardan dönüşünü kapılarda bekleyeni de o kadar azalıyordu.
İnsan her şeyden çok ne arar? Bir parçe şefkat. Bunu biliyorum artık ama nasıl talep edileceğini bilmediğim gibi, nasıl kabul edileceği konusunda da en ufak bir fikrim yok. Bunun için insanın öncelikle bütün silahları bir kenara bırakması gerekiyor ve bunun nasıl yapılacağını kimseden öğrenemiyor. Durumun bilincine varmaya başlaması için ölümün tokadını yemesi perdenin yırtılması gerekiyor. Çoğunlukla da geç oluyor.
Ayağa kalktım ve eli elimde evin yolunu tuttuk, ama aramızda yolu gösteren oydu..
Canlılar böyleydi her zaman yanlış sebeplerle endişe ederlerdi.
Belki biraz sabırla ve biz de öyle miydik ancak Tanrı bilir ama kaybın kibirlilere öğrettiği mütevazılıkla Titus’un da dediği gibi oyuna katılma bunu en azından deneme şansımız vardır. Bir tereyağlı bir reçelli ve bir tereyağlı reçelli ekmek dilimi. Aşk gıdadır ve verdiğin sözleri tutmak ..
Dani, başarılı bir mühendis. Şehir şehir, ülke ülke şantiyeler geziyor ve görkemli yapıların altına imzasını atıyor. Dani aynı zamanda bir eş ve bir baba. Eşi Nora ve oğlu Tom, Fransa'da, evlerinde, Dani'yi bekliyor. Gelsin ve beraber vakit geçirsinler, bisiklet sürsünler, belki bir adaya tatile gitsinler diye. Fakat Dani, Çin'de bir şantiyedeyken kendisine haber geliyor: oğlu Tom ölmüş. Dani eve dönüyor. Herkes Tom'un kaybı için çok üzgün. Fakat Dani üzülemiyor çünkü oğlunun öldüğünü kabul edemiyor. Ki sonra onu görüyor: oğlu Tom kanlı canlı karşısında. Bir türlü çıkamadıkları o tatile çıkmak istiyor. Dani, bir adada oğlu Tom ile tatil yapıyor, kaybettiklerini telafi etmek için yaşıyor. Bir Ada İcat Etmek, hiç beklemediğim bir şekilde tek oturuşta biten bir roman oldu. Hiç beklemiyordum çünkü hikayesinin psikolojik olarak yorucu olacağını ve yavaş yavaş okuma ihtiyacı duyacağımı düşünüyordum. Hikayenin yorucu olduğu doğru. Fakat yazarın üslubu benim için hikayenin etkileyiciliğini azalttı sanırım. Çünkü kendimi sayfaları rahatlıkla çevirirken, ancak kitabı bitirdikten sonra ne okuduğumu düşününce ağlarken buldum. Yazar düşünmeye fırsat bırakmadı sanırım. Bu bilinçli bir tercih miydi, kitabı daha iyi veya daha kötü yapar mıydı bilmiyorum. Sadece kitaba 3 yıldız vermek istedim ve verdim. Pişmanlık, kayıp ve yas tutmak üzerine bu kadar basit bir hikaye sunulması çok güzel. Sadece Dani'nin kafasının içindeymiş gibi hissetmek, diğer karakterler konuştuğunda etrafımda bir uğultu uyuyor, bir kalabalık görüyor gibi olmak farklı bir tecrübeydi benim için. Sanırım kayıplar konusunda Dani'nin yaşadığı pişmanlıklara henüz yaşamadan sahip olduğum için bu kadar kolay girebildim onun kafasının içine. Birini kaybedersem diye onunla olmadığım her saniyeye hayıflandığım için, Tom'la süremediği bisikletin acısını bu kadar büyük hissetmesi, kabullenememesi beni derinden yaraladı. Diğer karakterlere "Siz ne anlarsınız?!" diye bağırmak, isyan etmek istedim. Ama söylediğim gibi, bunların hepsi kitap bittikten sonra oldu. Alain Gillot ile ne derdim var, inanın çözemedim :)