okuması çok keyifli, literatür taraması ve teorik kısımlarıyla da doyurucu bir çalışmaydı. bu tarz çalışmaların güncellenmesi gerekiyor zira gün geçmiokuması çok keyifli, literatür taraması ve teorik kısımlarıyla da doyurucu bir çalışmaydı. bu tarz çalışmaların güncellenmesi gerekiyor zira gün geçmiyor ki yepyeni dindarlık biçimleri ve new age arayışlar ortaya çıkmasın....more
Nehir söyleşileri hep sevmişimdir. Bunu da sevdim, ama ya Strauss'un söyleşi yaptığı adama pek kanı kaynamadı ya da biraz ketum bir adam. Strauss'la iNehir söyleşileri hep sevmişimdir. Bunu da sevdim, ama ya Strauss'un söyleşi yaptığı adama pek kanı kaynamadı ya da biraz ketum bir adam. Strauss'la ilgili daha fazla detaya ulaşacağımı sanmıştım, onun yerine Fransız ve Amerikan akademisi ve dönemin entelektüellerine dair çok yüzeysel fragmanlar geçti elime....more
Dünyanın Vicdanı Çok sevdiğiniz insanlar hakkında konuşması zordur. Sevginiz öyle bir taşar ki kalbinizden yükselen heyecan dalgası nefesinizi keser. KDünyanın Vicdanı Çok sevdiğiniz insanlar hakkında konuşması zordur. Sevginiz öyle bir taşar ki kalbinizden yükselen heyecan dalgası nefesinizi keser. Kelimeler dilinizden dökülemez, dışarıdan bakana anlamsız gelecek birtakım jest ve mimiklere dönüşür. En azından benim için böyledir bu. Çok sevdiğiniz bu insan bir yazar ve siz de onun hakkında bir yazı kaleme alacaksanız durum pek fena. Eduardo Galeano'nun dünya üzerindeki günleri 2015 senesinde sona erdi. Vefatından önce bitirdiği ve yayıma hazırlanan dosyası Hikaye Avcısı ise Süleyman Doğru tercümesiyle Sel Yayınlarından basılarak Galeano külliyatına eklendi. Kitabın ismi tastamam Galeano'yu temsil ediyor. Nitekim Galeano ömrünü bir hikaye avcısı olarak sürdürdü; sokaklardan, kafelerden, gazetelerden, dünya tarihinin anlatılmayan kesimlerinden hikayeler, anekdotlar derledi. Kitabın ortasında bir yerlerde, şehrin eski kafelerinin onun için bir üniversite olduğunu söyledikten sonra “bildiklerimi bana isimsiz öykü anlatıcıları öğretti� dedi. Böylelikle de en çarpıcı, en dramatik hikayelerin kurgu değil hayatın ta kendisinden devşirildiğini bizlere öğretti. Galeano süslü cümleler kurmadı, albenili kurgular üretip, şaşırtıcı sonlu hikayeler yazmadı. Gazeteciliğin getirdiği kelime ekonomisiyle olanı kristalize etmeyi, meramını en basit ama çarpıcı cümlelerle ifade etmeyi tercih etti. Bu nedenle de kaleme aldığı metinler kıpkısa olsa da bir solukta okunacak değil, uzun uzun düşünüp sindirilmeyi bekleyecek bir etki yarattı. Bir öykü okuma etkinliğinde "böylesine basit yazmak ne kadar zor olmalı" diyen bir beyefendinin yorumunu muhatap olduğu en bilge edebi eleştiri olduğunu söyleyecekti. Onun bu tercihi sayesinde az sözcükle çok şey söylemek sanatını tatbik edebileceğimiz bir mirasın sahibi olduk. John Berger, Galeano için "dünyanın vicdanı" diyordu. Yalnız Latin Amerika'nın değil, dünyanın tüm ezilmiş ve aşağılanmışlarının, sömürülenlerin, hakkı yenenlerin ve unutturulanların yanında olarak bizlere vicdan dersi verdi, kitapları yerkürede dolaşmaya devam ettikçe de dersleri sürecek. Elimizdeki eserin son bölümü olan "Kılavuz", Galeano'nun kendine ve poetikasına dair metinlerden oluşuyor. Oradaki şu anekdot, Galeano'nun dünyanın vicdanı olmaya daha çocukken başladığını gösteriyor: "Okulda öğretmenimiz bize, İspanyol fatih Balboa'nın Panama'daki bir zirveye çıkıp bir tarafta Pasifik Okyanusu'nu diğer taraftaysa Atlantik Okyanusu'nu gördüğünü öğretti. Kadın öğretmenimiz bize onun iki denizi aynı anda gören ilk insan olduğunu söyledi. Ben elimi kaldırdım: 'Senyorita, senyorita.' Ve sordum: 'Yerliler kör müydü?' Okuldan ilk kovuluşum bu oldu." Hülasa, Galeano bize kalbimizin sesini duyabileceğimiz hikayeler anlattı. Ondan mertliği, acıyı, sevgiyle kalkan bir elin dokunuşunu ve hoyratça inen tokatların sesini, bir şarkının doğurduğu umudunu ve ayakları zincirlenmiş bir kölenin yürürken çıkardığı şakırtıları öğrendik. Latin Amerika'nın kesik damarlarının tam da bize bağlandığı yerden zarif bir gül yeşerdi, zalim bir ayak onu ezmeye azmetti. Galeano ise yazdıklarıyla bize o ayağı durdurma cesareti verdi. Dünya döndükçe de cesaret vermeye devam edecek.
mehmet altan'ın kitabı. hevesle aldık okuduk. 90larda yazılan sosyoloji makalelerine benziyor. uzun bir giriş, tanımlar ve tarihsel bilgiler üzerindenmehmet altan'ın kitabı. hevesle aldık okuduk. 90larda yazılan sosyoloji makalelerine benziyor. uzun bir giriş, tanımlar ve tarihsel bilgiler üzerinden gidiş ve ana tartışma. buraya kadar iyi hoş. 12. yüzyılda italyan şehir devletlerinin yeniden kurulduğunu filan öğreniyoruz. floransa iyimiş de toskana o kadar da güçlü değilmiş filan. neyse.
ana tartışmaya geliyorduk: türkiye'nin atılım yapabilmesi için kent dindarlığına ihtiyacı vardır. bu siyasal islamı kültürel islamla ayırmakla başlar, islam şimdiye dek siyasal olarak kullanılmıştır, fakat bundan kurtulmalıdır. kültürel islama dönmek kurtuluşu sağlar. bunun için herkesin üzerinde uzlaştığı bir meal yayınlamak ve bunu kitlelere benimsetmek gerekir. tabi parantez içinde başka varsayımlar da var. mesela islam şehir dinidir, kapitalizmle çelişmez, adaleti iyiliği koruyarak da çıkarcı olunabilir, bir lokma bir hırka anlayışı bizi bu günlere getirmiştir vs.
altan'ın sıkça tekrarladığı bir de şunlar var, i. din devleti yaratılmaması için devlet dini yaratıldı. ii. cami-kışla ayrımı üzerinden çokça siyaset yapıldı.
bu tekrarladığı kısımlarda haklı olduğunu ilk bakışta söyleyebiliriz, zaten malumun ilamı bunlar. halihazırdaki tartışmaya bir şeyler katmıyor. ama bi önce belirttiğim kısımlar, esas onlar analiz edilmesi gereken kısımlar. altan'ın aklında rafine edilmiş, çelişkilerinden kurtarılmış, tüm halk tarafından kabul edilmiş, kapitalizmle çelişmeyen bir islam yorumuyla güzel günlere yelken açacak, medenileşecek, gelişecek, kapitalistleşecek bir türkiye hayali var. ama sayın altan, bu işler böyle olmuyor biliyon nu.
birtakım sorular çok daha derinlemesine incelenmeli. öyle normatif iddialar ortaya atması kolay. ama bunlar öyle optimist hatta hayalperest diyebileceğimiz birinin ağzından çıkan sözlere benziyor. mesela i- islam kapitalizm ilişkisinin çatışma yaratmayacağı iddiası yanlıştır. yarattığı, yaratacağı da yine malumun ilamıdır. ii. kültürel islamla siyasi islamı öyle kolayca ayırmak ne kadar mümkündür? iii. tasavvuf, ya da sizin tercih ettiğiniz haliyle sufizm öyle sizin sandığınız gibi şeyler değildirler. rafine, hayatın dışında, sadece kültürel islamla sınırlandırılacak bir şey değildir tasavvuf, müslüman adam hem siyasi kimliğe sahip olup hem de tasavvuf yolunda olabilir. bunu ayrınıtlandırmak için osmanlı'yı bi üçyüz sene öncesini filan düşünmek yeter. tasavvuf ve din öyle müthiş ayrı şeyler değil, herkes bir dergaha, bir tarikate mensup aynı zamanda nalbur, canbaz, sadrazam ve kapıkulu.
neyse, çok üşendim uzatmaya.
özetle, altan'ın kitabı meseleye genel bir giriş mahiyetinde okunabilir, ama altan'ın çözüm önerileri uygulanabilir değildir, bu konuda daha derinlikli düşünmek gerekir. ...more
kitap romantizmi özellikle de politik romantizmi ayrıntılı bir şekilde masaya yatırıyor. önce romantizmin ne'liğine dair açıklamalarda bulunuyor, romakitap romantizmi özellikle de politik romantizmi ayrıntılı bir şekilde masaya yatırıyor. önce romantizmin ne'liğine dair açıklamalarda bulunuyor, romantizmin farklı boyutlarını ve dinamiklerini serimliyor. ardından löwy'den hareketle altı farklı romantizm biçimini tanıttıktan sonra devrimci/ ütopyacı romantizm üzerinde duruyor. ardından modernite eleştirileri bağlamında üç büyük germen'i. i.e, marx,weber ve nietzsche, romantizmle dirsek temaslarıyla birlikte ele alıyor. üçüncü bölümde de yirminci yüzyılın yeni romantizminin ingiliz, fransız ve alman varyantlarını serimleyip meseleyi oswald spengler üzerinden sonlandırıyor.
kabaca tasnifini böyle yapacağımız kitap, belli ki çok iyi ve çok sıkı bir çalışmanın ürünü. aksakal'ın sağlam bir okuma yaptığı belli. zaten referans verdiği çalışmaları okumak da bi üç beş yılını alır adamın.
olaylar böyle gelişiyor işte gençler. politik romantizm ve modernite eleştirileri sağlam bir kitap. okumak lazım gelir....more
romantik muamma, alman romantizmini sanatçılar- jena çevresi- üzerinden ele alıyor. romantizmin aydınlamanın getirdiği akıl ile modern, mekanik dünya romantik muamma, alman romantizmini sanatçılar- jena çevresi- üzerinden ele alıyor. romantizmin aydınlamanın getirdiği akıl ile modern, mekanik dünya görüşüne bir tepki olması tezi üzerinden ilerliyor kitap. romantizmin bir sanat akımı olmasının ötesinde, politik ve felsefi içerimleri olduğunun altını çiziyor, bu içerimleri açıklıyor. yazar, romantizm üzerinden moderniteden ve modern birey'den bahsederken çoğu yerde akademik üslubu bırakıp bir denemeci üslubuna sarılıyor. bu kısımlar oldukça heyecan verici.
bence kitabın en kıymetli tarafı, bu alman romantiklerinin ironi, oyun ve fragmanüzerine düşüncelerini irdelediği yerler. bu kısımdan sonra novalis ve hölderlin'e dair birer portre sunup yine bu iki yazardan ve diğer alman romantiklerinden fragmanlar alıntılıyor. bu alıntılar, kitap boyunca sunulan fikirlerin atıfları olarak da okunabilir.
kitaba dair genel bir yorum yapacak olursak: alman romantizmini, sanat odaklı- yine de politik ve felsefi içerimleriyle birlikte- ele alan bir okuma denemesi. heyecan verici. ama romantizm kavramını açımlamak hususunda tatmin edici değil. demem o ki, bu kitabı okuduktan sonra birkaç kitap daha okumak ihtiyacı hissediyorsunuz romantizmi tam olarak anlamak için. bu tam bir eleştiri değil elbet. yazar yalnızca alman romantizmine ve sanat üzerinden eğilmeyi seçmiş, eserini bununla sınırlamış olabilir. ...more
nilüfer göle'yle yapılmış bir nehir söyleşiden ve sonda göle'nin cari çalışmarına dair bir ek barındırıyor kitap.nilüfer göle'yle yapılmış bir nehir söyleşiden ve sonda göle'nin cari çalışmarına dair bir ek barındırıyor kitap....more