Toni Morrison neredeyse tüm kitaplarında travmayı tarihsel ve kökensel olana bağlıyor. Geçmiş deneyimlerimizin heyulası olarak gördüğümüz travma MorriToni Morrison neredeyse tüm kitaplarında travmayı tarihsel ve kökensel olana bağlıyor. Geçmiş deneyimlerimizin heyulası olarak gördüğümüz travma Morrison'un kaleminde tarihselleşiyor. Yaşadığımız hayatın ne kadarı bize ait? Aynı şekilde travmalarımızın sorumluluğunu üstlenmeyi nasıl öğrendik? Morrison'ın sert bir anlatım biçimi olduğunu kabul etsem de bunun bir üslup meselesi olduğunu düşünüyorum. Yaşanan olayların sessiz dehşeti (Morrison hep sessiz ve temkinlidir), karakterlerin anlatamadıklarının/sustuklarının şiddetini ortaya saçar. O sayfalarda çok ürperiyorum. Travmalarımızın hakikatiyle (toplumsallığıyla) yüzleşmek, travma yaratacak kadar sarsıcı bir durum. Morrison'ı çok sevdiğimi tekrar tekrar hatırlatarak Resitatif kitabının okuma listemin başlarında yer aldığını da söyleyeyim. Resitatif'i, harikulade ve bi'o kadar kafa karıştırıcı bir üslupla kaleme almış. Ayrımcılıklarımızla yüzleşmek için bizi bir labirentin içinde dolandırıyor. Çıkışı bulmak ise bizim elimizde. Morrison okumaya devam diyelim.....more
Mal ve Modh adlı iki kızkardeşin öyküsü. Köleliğin, tahakkümün, mülkiyet ilişkilerinin, ataerkil yapının, köklerle sarıp sarmalanan köksüzlüğün en içeMal ve Modh adlı iki kızkardeşin öyküsü. Köleliğin, tahakkümün, mülkiyet ilişkilerinin, ataerkil yapının, köklerle sarıp sarmalanan köksüzlüğün en içe işler hali bu öyküde işlenmiş. Kısacık ve sayfaların şeridi hızlıca akıyor. Ursula'nın zekasına hayranlığımı saygıyla pekiştireyim diye yavaş yavaş okudum. Kitapta bu öykünün dışında Ursula'nın bir denemesi, söyleşisi ve şiirleri de bulunuyor. Her biri kendi içinde çok özel (özellikle söyleşide 80 yaşın getirdiği dinginlik tonu). Ancak her telden çalan farklı metinlerin nasıl ve neden geldiğini biraraya toplandığını anlayamadım. Vardır bi' bildikleri tabii....more
Yas hakkında bir metin. Sessiz, sakin bir anlatı. Edebiyatta sessizlik bazen sözcükleri kullanma yetisinde eksikliğe bazen de kelimelerin ötesinde birYas hakkında bir metin. Sessiz, sakin bir anlatı. Edebiyatta sessizlik bazen sözcükleri kullanma yetisinde eksikliğe bazen de kelimelerin ötesinde bir boşluğa işaret eder. İlki bir uğultu ikincisi ise sonsuzluktan bir parça gibidir. Benim okurken hissettiğim ikincisi oldu. İfadesi imkânsız bir acı nasıl anlatılabilir? Bunun yollarından biri de edebi dilin bitap düştüğü yer olan gündelik dil. Travmada şok hali yaşayan zihin gibi. Dil de şok halinde. Çocuklarının kaybının acısını ancak gündelik hayata dönüş, yavaşlama, sıçrama, öfke, halüsinasyonlar (farklı bir gerçeklik biçimi) gibi sıradan bir anlatı verebilirdi. Bunu hissedince (belki de ben öyle hissetmeyi istedim) metin güçlendi. Özetle sevdim diyebilirim....more
2 yıl önce, Slyvia Federici'nin "Tenin Sınırlarının Ötesine" kitabında görüp not almıştım. Sonrasında yeniden "Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler" adlı2 yıl önce, Slyvia Federici'nin "Tenin Sınırlarının Ötesine" kitabında görüp not almıştım. Sonrasında yeniden "Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler" adlı derleme kitapta da makale olarak karşıma çıkınca okumamak olmazdı. Eksiğiyle, gediğiyle, yanlılığıyla (kendi beyanları) da olsa tarihi ters yüz eden kitaplara bayılıyorum. Erkek tıp tarihini 'kara safraya neden olan mercimek' hikâyesinden başlatan metinler bazen yorabiliyor. Kilise-devlet otoritesinin, İngiltere'den İskoçya'ya oradan Almanya'ya yüzyıllarca cadı avını nasıl gerçekleştirdiği ve bununla ilintili kadın şifacıların tıbbın tarih sahnesinden nasıl silindiği üzerinde duruyor. Binlerce yıllık şifa geleneğinin, tarihin kısacık bir döneminde el birliğiyle nasıl yok olduğunu anlatıyor. Kitabın altını ısrarla çizdiği nokta, bu yokoluşta herhangi bir rastlantısallığın olmaması. 19. yüzyılda tekrar dirilmeye başlayan kadın halk sağlığı hareketinin düğümlenmesi ve erkek egemen tıbbın yeniden sahne alışı... Kadınların son raddede payına düşenin ise ebelik ve hemşirelik oluşu...Tarihte göz ardı edilen ne varsa çekip çıkarmaya çalışmış bu kitap. Keyifle okudum....more
Peynir ve Kurtlar'ın yazarı, tarihçi Carlo Ginzburg'un annesi olduğunu duyduğumda şaşırdım. Pek bilinmeyen, sıradan değirmenci Menocciho'nun gözünden Peynir ve Kurtlar'ın yazarı, tarihçi Carlo Ginzburg'un annesi olduğunu duyduğumda şaşırdım. Pek bilinmeyen, sıradan değirmenci Menocciho'nun gözünden Foucaultvari bir tarih anlatısı sunmuştu Ginzburg. Ve ben çok sevmiştim. Bir aileden iki üstün yetenekli çıkamayacağına inanırdım hep. Bu yerleşik inancımı yavaş yavaş Ginzburglar vd. sayesinde kırıyorum (yani umarım, yavaş yavaş diyelim). 1947'de yazılmış bu kitap. Yazıldığı zamanın ötesine geçmeye cesaret ediyor. Bir kadın, bir kadın daha ve bir adam. İlişkiler sarmala dönüyor, işler çetrefilleşiyor, olaylar olaylar. Ve bu kaotik durum usul usul anlatılıyor. Duruluğuyla okuyucu üzerinde daha yoğun bir etki bırakıyor. Çok sevdim....more
İnsanın içine işleyen bir kitap. Bir ailenin, metaforik olarak, akıntıya karşı yüzme hikâyesi. Yüzerken bir dal arayışının, zaman zaman dalları kırışıİnsanın içine işleyen bir kitap. Bir ailenin, metaforik olarak, akıntıya karşı yüzme hikâyesi. Yüzerken bir dal arayışının, zaman zaman dalları kırışının ardından tekrar arayışının hikâyesi. Çok yalın ve hakiki. Çok sevdim....more
Keşke ilkokulda tarihi Cipolla'yla öğrenseydik :) İnsan aynı anda hem onlarca kafa karıştırıcı isimler/bilgiler verip hem nasıl bu kadar eğlendirebiliKeşke ilkokulda tarihi Cipolla'yla öğrenseydik :) İnsan aynı anda hem onlarca kafa karıştırıcı isimler/bilgiler verip hem nasıl bu kadar eğlendirebilir. Kitap isminin hakkını vermiş gerçekten. 17. yüzyıl dolandırıcılığı ve karabiberin hikâyesine ba-yıl-dım. Aynı sayfaları hiç bıkmadan tekrar tekrar okudum. Günümüzün uluslararası meselelerinin anlaşılmazlığına tarihsel derman olmuş resmen. Şahaneydi ne diyim!...more
Yiyun Li, kalemi ile baş döndüren bir yazarmış. Soğan kabuğu gibi katman katman bir yazım. Fabienne, orta sınıf nezaket kabanını hiçbir zaman üzerindeYiyun Li, kalemi ile baş döndüren bir yazarmış. Soğan kabuğu gibi katman katman bir yazım. Fabienne, orta sınıf nezaket kabanını hiçbir zaman üzerinde taşımamış bir karakter. Tanınır olmak da pek umrunda değil varsa yoksa kurguya dönüşmeye teşne hayaller ve bu hayallerin ördüğü genişleyen bir dünya. Karaktere güzelliğini veren şey ise bu genişlemenin sonsuza dek sürmeyeceği bilinci. Tam bu noktada yaşam ile ölümün aynı madalyonun iki yüzü olması gibi gerçek ile kurgu da aynı kazanda kaynıyor. Kurgu, gerçekliği bekleyiş biçimi halini alıyor. Agnes'e gelince zayıf bir görünüm çizmesine rağmen en az Fabienne kadar güçlü. Kafasında kurduğu geleceğin dümenini hiçbir zaman kırmıyor. Yaşamın kaçınılmaz çöküşüne varana dek Fabienne'in açtığı gökyüzü, yaşamın tek anlamı onun için. Fabienne için her şeyi göze almış tutarlı bir karakter Agnes. Bir ağaç nasıl ki büküleceği noktayı biliyorsa Agnes de kendi sınırlarını biliyor. Gücü burdan geliyor. Fabienne'in hayalinin silikleştiği noktada kaçışı düşlüyor. Bu bilgi Fabienne'i tutmaya yetmese de sıradan ve gökyüzüyle donanmış bir yaşam arzusundan vazgeçmiyor. Keşke hiç okumamış olsam da tekrar başlasam dediğim bir kitap oldu. Yiyun Li okumaya devam....more
Lispector'u yeni keşfettiğim için, az da olsa, çekinerek yazıyorum bu yorumu. Öncesinde aşina olmam gereken bir yazarmış (en azından bu kış keşfetsem Lispector'u yeni keşfettiğim için, az da olsa, çekinerek yazıyorum bu yorumu. Öncesinde aşina olmam gereken bir yazarmış (en azından bu kış keşfetsem bile iyimiş zira bu sıcaklarda nöronlardaki azalış, algılama yetisini bazal düzeye indiriyor). Sessizliğin hüküm sürdüğü herhangi bir mekânda, kendiyle barışık/çatışık olunan bir dönemde, odağı tamamen sayfalara akıtarak ve dilin sürüklemesine karşı koymayarak okunmalı Lispector. Zaman/ mekân dinlemeden bulduğum her fırsatta okuduğum için çok haksızlık ettim kendisine. Dilin otoritesini yok sayan, anlamı sabitlemeyen ve olabildiğince dişil bir sezgisellikle dolu bu metin çok daha güzelini hakediyordu. Yaşam Suyu ve Yıldızın Saati'nde aynı hatayı tekrarlamayacağımı umuyorum. Kitap üzerine iki kelam etmekten bizleri yoksun bırakıyor sanki Lispector. Hamam böceğinin içinde evreni barındıran çeperine çarpan seslerin toplamını ortaya seriyor. O kadar çok ses/sözcük var ki en son kendi içine kapanıp sessizliğe yaraşıyor. Çok gürültülü, ağır bir sessizlik ("Kendimi konuşmaya zorlamasam sessizlik beni sonsuza kadar dalgalar halinde girdabına çekecek"). Okurken yormasının gerekçesi de sessizliğin uğultusunun çok derinlere ulaşması. Kısacası çok güçlü bir zihinden çıkan, çok sarsıcı bir metin....more