Oguz Akturk's Reviews > Afrikalı Leo
Afrikalı Leo
by
by

YouTube kanalımda Afrikalı Leo kitabını yorumladım:
İtiraf ediyorum Amin Maalouf'u vasat ve abartılmış bir yazar olarak bulacağımı düşünüyordum. Ama çok ilginç bir yazar bu adam. Bu kitabıyla birlikte beni popo eden Amin Maalouf'u tek cümleyle özetleyecek olsaydım herhalde "Kızgın kumlardan serin sulara sonra yine kızgın kumlara" diye özetlerdim.
Doğu'nun Limanları adlı kendim için tam bir edebi facia olarak bulduğum kitabından sonra Afrikalı Leo, içinde keşfedilmeyi bekleyen "Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey!" cinsinden ayrıntılar ve dönemin akılcılığı yok eden insanlarına karşı göndermelerle dolu. Bir de adamın ilk romanı bu. Şaşılacak iş. Ama kitabın diğer incelemelerinde gördüğüm kadarıyla kitabın içindeki ayrıntılara da eğilen hiç olmamış. O zaman kaçsın bakalım, ٲıı...
ұçԱ Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabı okumamın eşliğinde aklımı "Neden yiyecek üretiminin ve siyasi örgütlenmelerin ilk olarak başladığı, bir zamanların en verimli yeri olan Türkiye-Suriye sınır bölgesi (Bereketli Hilal) şu an savaş ve yokluk içinde?" benzerinden sorular işgal etmişti. Zaten herhangi bir olguya, herhangi bir kişiye, herhangi bir nesneye karşı "Neden?" sorusunu yönelttiğiniz takdirde sizi ardı arkası kesilmeyen sonsuz cevaplar döngüsü bekliyor olacaktır.
(Örnek: "Bir kuş ötüyor, neden ötüyor? Dişilerini etkilemek için. Neden dişilerini etkilemek istiyor? Evrimin cinsel seçilim mekanizmaları bu ötme özelliğini seçtiği için. Evrim neden bu özellikleri seçiyor? Canlıların üremesine avantaj sağladığı için. Canlılar neden üremek zorunda? Bir türün sürerlilik sağlayabilmesi için." cevaplarından sonra canlılık, fizik yasaları ve kimyasal reaksiyonlara kadar gidilerek devam edilebilir.)
Her şeyi sorgulayabilmek için kullanılan bu yöntemi bu kitap için kullanalım. Afrikalı Leo kitabı neden yazıldı? Dönemin siyasetindeki ve toplumundaki insanların yozlaşmalarına, Endülüslerin çöküşünün sebeplerine ve psikolojik olarak vefasızlıklarına bakabilmemiz için. Peki neden bu insanların dzşıı ve vefasızlıklarını okumalıyız? Şu anda yaşadığımız toplumda oluşmuş bazı katı batıl gelenekleri daha iyi anlayabilmek için. Peki neden bu batıl gelenekler var? Zamanın bazı insanları düşünmeyi, aklı ve sorgulamayı savunmadığı için.
Öncelikle Maalouf'un dönem toplumundaki ideal ve ufuk daralmasına ve dönem siyasetindeki sistem tıkanıklığına dair muhteşem bir tespitiyle başlamak isterim:
"İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için Gelenek'i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu." (s. 40)
Düşünce bildiğimiz düşünce. Ama Gelenek bildiğimiz öyle masum geleneklerden değil işte. Şeyhlerin ve müritlerinin, tasavvufçuların "Dünyayı terk et" anlayışıyla birlikte gelen, bu anlayışın zamanla katılaşıp bir kale haline gelerek "kendilerini bu kaleye kapatmalarına sebep olan" bir anlayış işte bu. Yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştirilmesinin sebebi de bu. Zaten kitapta Şeyh Estağfurullah adlı bir karakter var. Aman Allahım diyorum tam olarak. Yani Amin Maalouf yazarken bunları düşünmüş müydü bilmiyorum ama şeyh de düşünmeyi ve sorgulamayı savunmayan, tam tersine süpersonik kadercilik faşisti bir adam. Hatta bir cümlesinde şunu diyor:
"Düşmanları yenecek olan askerlerin imanları ve şehadetleriydi."
Peki bir şeyh neden bunu diyor olabilir? Zamanında Mutezile ve devamında gelen Ahi Evren akımının da etkisiyle bol bol okuma, araştırma, deney ve gözlem yapan Yunan filozoflarının evrimleşmiş hali Müslümanlar varken, diğer bir tarafta tam tersine kafası çalışmayan, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş alanlarına akın eden Haçlı askerlerinin karşısında yine onlar gibi düşünmeyen ve sorgulamayan Gazali tipi adamların beynini yıkadığı Müslümanların savaştırılması gerektiği için. Çünkü ellerindeki akılcılığı yok eden, Müslümanların yine ta kendisidir. İslam'da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü Bu konuyu detaylı merak edenler için önerebileceğim bir kitap olabilir.
Neyse, konumuza dönelim.
Dedim ya, Maalouf ilginç bir yazar. Cidden öyle. Şeyhin haklılığına inanan, başarısızlıklara ve kadere sürekli boyun eğen, entelektüel çöküşün bas bas bağırarak geldiğini bilmesine rağmen hala düşünüp sorgulamayan bir toplum imajı var burada. Kitaptaki mekan sıralaması da Endülüs zamanlarından sonra sırasıyla Fas, Kahire ve Roma'ya kadar gidiyor hatta. Amin Maalouf'un kitabı yazarken düşünüp düşünmediğini bilmediğim bir başka konu, Afrikalı Leo adlı baş karakterin Endülüs Devleti olarak görülüp onun zamanla yozlaşmasını ve dini bir parabol misali Hristiyanların "megalo idea"sının gerçekleşmiş haliyle birlikte karakterin din grafiğinin Müslümanlıktan Hristiyanlığa evrilmesini yansıtmak istemiş olabilir. Yani Afrikalı Leo = Endülüs Emevi Devleti tarihinin reenkarne-ütopya hali bile olabilir.
Akılcılığı terk edip kendini düşünmemeye ve sorgulamamaya adayanlar vardı. Hah işte, bu anlayış zamanla İslam'ın eşitlik anlayışını bir tarafa bırakıp Arapçılık anlayışıyla her toplumdaki Müslümanları Araplarla birbirine düşman hale getirmesiyle sonuçlanmadı mı? Müslümanların salaklaştığını gören Hristiyanlar Asturias, Navar Krallığı ve Barcelona Kontluğu gibi küçük azınlık grupları kurmadı mı? Düşünmeyen ve sorgulamayan adamların başa geçirilmesiyle deneyimsiz otoriteler, otorite boşluğuna yol açmadı mı? Güçlü iktidar + güçlü ordu + kaynaşmış toplum anlayışı zedelenmedi mi? Bölünmeler ve darbeler olmadı mı? Aç oku kardeşim, ben demiyorum tarih diyor bunları:
Düşünmeyi ve sorgulamayı yok eden tarikatların, tasavvufçuların, Endülüs'ün siyasi düzenini yerle bir eden insanların başarısı bir Hristiyan komutana şunu dedirtebilmesidir:
"Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (aslında Endülüslüleri kastediyor) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim, ne dinleri, ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var. Onların kaydettikleri gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslülerin gerçek yüzleri ortaya çıktı."
Müslümanların birbirlerine düşmelerinin ardından gelen sistem tıkanmaları, bölünmelerin başlaması, ufak çaplı darbelerin olması, Müslümanlarda meydana gelen ideal ve ufuk daralmaları da zaten en sonunda kendine "Reconquista" adıyla yer buluyor. Reconquista da zaten siyasi olarak, Endülüs'de veya İspanya'da İslam hakimiyetine son verilmesi. Dini olarak da İslam'ın akılcılıkla birlikte tanık olunan kültür yükselişine engel olabilmek. YERSEN.
Akılcılar savaşmaz ama içlerinden akılları alınırsa onlar da savaşır. Haçlıların istediği de tam olarak buydu. Amin Maalouf'a bunları anlattığı için teşekkür ediyorum buradan. Bravo Afrikalı Leo. Bravo akılcılığı yok edenler. Bu eser hepinizin. Mutezile ekolünün, Ahi Evren'in gerektirdiği okuma, deney, sorgulama ve araştırmayı yok eden Mevlanalar, Gazaliler, dünyayı terk eden muhteşem ilhamcı ve keşifçi arkadaşların hepsinin üzerinde şu Granadalı çiftçinin dediklerinin vebali var:
"Hiçbir halk, Granada Müslümanları kadar acı gözyaşları dökmemiştir. Ben gördüklerimi anlatıyorum, sözümde mübalağa yoktur. Daha dün, üç yüz müslüman kadın ve kızın esir pazarında satılığa çıkarıldığını gördüm. Kadınlarımız tecavüze uğradılar. Bizzat ben, üç oğlumu ve iki kızımı kaybettim; elimde sadece altı aylık şu ufacık kızcağızım kaldı. Ben mazi için ağlamıyorum; zira mazi geçti, artık geri de dönmeyecek; fakat bundan sonra göreceklerimiz için ağlıyorum. Bu gördüklerimize tahammül edemiyorsak, bundan sonra göreceklerimize nasıl tahammül edeceğiz? Bize taahhüdlerde bulunan kralın bizzat kendisi bu taahhüdlerini bozuyorsa, onun yerine oturacaklardan ne bekleyebiliriz?"
İtiraf ediyorum Amin Maalouf'u vasat ve abartılmış bir yazar olarak bulacağımı düşünüyordum. Ama çok ilginç bir yazar bu adam. Bu kitabıyla birlikte beni popo eden Amin Maalouf'u tek cümleyle özetleyecek olsaydım herhalde "Kızgın kumlardan serin sulara sonra yine kızgın kumlara" diye özetlerdim.
Doğu'nun Limanları adlı kendim için tam bir edebi facia olarak bulduğum kitabından sonra Afrikalı Leo, içinde keşfedilmeyi bekleyen "Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey!" cinsinden ayrıntılar ve dönemin akılcılığı yok eden insanlarına karşı göndermelerle dolu. Bir de adamın ilk romanı bu. Şaşılacak iş. Ama kitabın diğer incelemelerinde gördüğüm kadarıyla kitabın içindeki ayrıntılara da eğilen hiç olmamış. O zaman kaçsın bakalım, ٲıı...
ұçԱ Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabı okumamın eşliğinde aklımı "Neden yiyecek üretiminin ve siyasi örgütlenmelerin ilk olarak başladığı, bir zamanların en verimli yeri olan Türkiye-Suriye sınır bölgesi (Bereketli Hilal) şu an savaş ve yokluk içinde?" benzerinden sorular işgal etmişti. Zaten herhangi bir olguya, herhangi bir kişiye, herhangi bir nesneye karşı "Neden?" sorusunu yönelttiğiniz takdirde sizi ardı arkası kesilmeyen sonsuz cevaplar döngüsü bekliyor olacaktır.
(Örnek: "Bir kuş ötüyor, neden ötüyor? Dişilerini etkilemek için. Neden dişilerini etkilemek istiyor? Evrimin cinsel seçilim mekanizmaları bu ötme özelliğini seçtiği için. Evrim neden bu özellikleri seçiyor? Canlıların üremesine avantaj sağladığı için. Canlılar neden üremek zorunda? Bir türün sürerlilik sağlayabilmesi için." cevaplarından sonra canlılık, fizik yasaları ve kimyasal reaksiyonlara kadar gidilerek devam edilebilir.)
Her şeyi sorgulayabilmek için kullanılan bu yöntemi bu kitap için kullanalım. Afrikalı Leo kitabı neden yazıldı? Dönemin siyasetindeki ve toplumundaki insanların yozlaşmalarına, Endülüslerin çöküşünün sebeplerine ve psikolojik olarak vefasızlıklarına bakabilmemiz için. Peki neden bu insanların dzşıı ve vefasızlıklarını okumalıyız? Şu anda yaşadığımız toplumda oluşmuş bazı katı batıl gelenekleri daha iyi anlayabilmek için. Peki neden bu batıl gelenekler var? Zamanın bazı insanları düşünmeyi, aklı ve sorgulamayı savunmadığı için.
Öncelikle Maalouf'un dönem toplumundaki ideal ve ufuk daralmasına ve dönem siyasetindeki sistem tıkanıklığına dair muhteşem bir tespitiyle başlamak isterim:
"İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için Gelenek'i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu." (s. 40)
Düşünce bildiğimiz düşünce. Ama Gelenek bildiğimiz öyle masum geleneklerden değil işte. Şeyhlerin ve müritlerinin, tasavvufçuların "Dünyayı terk et" anlayışıyla birlikte gelen, bu anlayışın zamanla katılaşıp bir kale haline gelerek "kendilerini bu kaleye kapatmalarına sebep olan" bir anlayış işte bu. Yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştirilmesinin sebebi de bu. Zaten kitapta Şeyh Estağfurullah adlı bir karakter var. Aman Allahım diyorum tam olarak. Yani Amin Maalouf yazarken bunları düşünmüş müydü bilmiyorum ama şeyh de düşünmeyi ve sorgulamayı savunmayan, tam tersine süpersonik kadercilik faşisti bir adam. Hatta bir cümlesinde şunu diyor:
"Düşmanları yenecek olan askerlerin imanları ve şehadetleriydi."
Peki bir şeyh neden bunu diyor olabilir? Zamanında Mutezile ve devamında gelen Ahi Evren akımının da etkisiyle bol bol okuma, araştırma, deney ve gözlem yapan Yunan filozoflarının evrimleşmiş hali Müslümanlar varken, diğer bir tarafta tam tersine kafası çalışmayan, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş alanlarına akın eden Haçlı askerlerinin karşısında yine onlar gibi düşünmeyen ve sorgulamayan Gazali tipi adamların beynini yıkadığı Müslümanların savaştırılması gerektiği için. Çünkü ellerindeki akılcılığı yok eden, Müslümanların yine ta kendisidir. İslam'da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü Bu konuyu detaylı merak edenler için önerebileceğim bir kitap olabilir.
Neyse, konumuza dönelim.
Dedim ya, Maalouf ilginç bir yazar. Cidden öyle. Şeyhin haklılığına inanan, başarısızlıklara ve kadere sürekli boyun eğen, entelektüel çöküşün bas bas bağırarak geldiğini bilmesine rağmen hala düşünüp sorgulamayan bir toplum imajı var burada. Kitaptaki mekan sıralaması da Endülüs zamanlarından sonra sırasıyla Fas, Kahire ve Roma'ya kadar gidiyor hatta. Amin Maalouf'un kitabı yazarken düşünüp düşünmediğini bilmediğim bir başka konu, Afrikalı Leo adlı baş karakterin Endülüs Devleti olarak görülüp onun zamanla yozlaşmasını ve dini bir parabol misali Hristiyanların "megalo idea"sının gerçekleşmiş haliyle birlikte karakterin din grafiğinin Müslümanlıktan Hristiyanlığa evrilmesini yansıtmak istemiş olabilir. Yani Afrikalı Leo = Endülüs Emevi Devleti tarihinin reenkarne-ütopya hali bile olabilir.
Akılcılığı terk edip kendini düşünmemeye ve sorgulamamaya adayanlar vardı. Hah işte, bu anlayış zamanla İslam'ın eşitlik anlayışını bir tarafa bırakıp Arapçılık anlayışıyla her toplumdaki Müslümanları Araplarla birbirine düşman hale getirmesiyle sonuçlanmadı mı? Müslümanların salaklaştığını gören Hristiyanlar Asturias, Navar Krallığı ve Barcelona Kontluğu gibi küçük azınlık grupları kurmadı mı? Düşünmeyen ve sorgulamayan adamların başa geçirilmesiyle deneyimsiz otoriteler, otorite boşluğuna yol açmadı mı? Güçlü iktidar + güçlü ordu + kaynaşmış toplum anlayışı zedelenmedi mi? Bölünmeler ve darbeler olmadı mı? Aç oku kardeşim, ben demiyorum tarih diyor bunları:
Düşünmeyi ve sorgulamayı yok eden tarikatların, tasavvufçuların, Endülüs'ün siyasi düzenini yerle bir eden insanların başarısı bir Hristiyan komutana şunu dedirtebilmesidir:
"Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (aslında Endülüslüleri kastediyor) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim, ne dinleri, ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var. Onların kaydettikleri gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslülerin gerçek yüzleri ortaya çıktı."
Müslümanların birbirlerine düşmelerinin ardından gelen sistem tıkanmaları, bölünmelerin başlaması, ufak çaplı darbelerin olması, Müslümanlarda meydana gelen ideal ve ufuk daralmaları da zaten en sonunda kendine "Reconquista" adıyla yer buluyor. Reconquista da zaten siyasi olarak, Endülüs'de veya İspanya'da İslam hakimiyetine son verilmesi. Dini olarak da İslam'ın akılcılıkla birlikte tanık olunan kültür yükselişine engel olabilmek. YERSEN.
Akılcılar savaşmaz ama içlerinden akılları alınırsa onlar da savaşır. Haçlıların istediği de tam olarak buydu. Amin Maalouf'a bunları anlattığı için teşekkür ediyorum buradan. Bravo Afrikalı Leo. Bravo akılcılığı yok edenler. Bu eser hepinizin. Mutezile ekolünün, Ahi Evren'in gerektirdiği okuma, deney, sorgulama ve araştırmayı yok eden Mevlanalar, Gazaliler, dünyayı terk eden muhteşem ilhamcı ve keşifçi arkadaşların hepsinin üzerinde şu Granadalı çiftçinin dediklerinin vebali var:
"Hiçbir halk, Granada Müslümanları kadar acı gözyaşları dökmemiştir. Ben gördüklerimi anlatıyorum, sözümde mübalağa yoktur. Daha dün, üç yüz müslüman kadın ve kızın esir pazarında satılığa çıkarıldığını gördüm. Kadınlarımız tecavüze uğradılar. Bizzat ben, üç oğlumu ve iki kızımı kaybettim; elimde sadece altı aylık şu ufacık kızcağızım kaldı. Ben mazi için ağlamıyorum; zira mazi geçti, artık geri de dönmeyecek; fakat bundan sonra göreceklerimiz için ağlıyorum. Bu gördüklerimize tahammül edemiyorsak, bundan sonra göreceklerimize nasıl tahammül edeceğiz? Bize taahhüdlerde bulunan kralın bizzat kendisi bu taahhüdlerini bozuyorsa, onun yerine oturacaklardan ne bekleyebiliriz?"
Sign into ŷ to see if any of your friends have read
Afrikalı Leo.
Sign In »
Reading Progress
May 20, 2019
–
Started Reading
May 20, 2019
– Shelved
May 22, 2019
–
Finished Reading
Comments Showing 1-2 of 2 (2 new)
date
newest »

Dümdüz ve sıkıcı bir şekilde tarih anlatmaktansa böyle yazmaya çabalıyorum. Diğer türlü ders kitaplarından bir farkı kalmamış olur. :)