Å·±¦ÓéÀÖ

Oguz Akturk's Reviews > Yakalanan Zaman

Yakalanan Zaman by Marcel Proust
Rate this book
Clear rating

by
64604431
's review

it was amazing

YouTube kanalımda Marcel Proust'un hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz:


"Her şey yenilikten pırıl pırıldır, ve insan, dünyanın gerçekten daha mı kötüleştiğini, yoksa sadece kendisinin mi daha yaşlandığını sonunda bilemez olur. Bu noktaya varıldığında, kesinlikle yeni bir zaman gelmiş demektir." (s. 146) Niteliksiz Adam 1

Bu inceleme 20 kitap, 10 makale ve 1 tezin salt özüdür. Okunma süresi ise sadece 5 dakikadır. Senden sadece ama sadece 5 dakikanı ayırmanı istiyorum sevgili okur, eminim ki sen de Proust'un kitaplarını okuyup zamanı yakalamak için istek duyacaksın. Gün içinde sahip olduğun 1440 dakikandan sadece 5 dakikanı talep ediyorum. Evet, biliyorum bu insanlık için çok küçük bir adım ama emin ol ki hayatı hastalıklarla geçmiş olan Marcel Proust için büyük bir adım olacaktır. Gel, zamanı beraber yakalayalım senle...

´¡²â±ô²¹°ù»åı°ù Marcel Proust okuyorum ve doÄŸal olarak aylardır da zamanımı yakalayabilmeyi öğrenmeye çalışıyorum. Zaman, tam da ÅŸimdiki zamanken, geçmiÅŸe dönüşmemiÅŸken nasıl verimli bir ÅŸekilde farkında olunarak yaÅŸanır hale getirilebilir? Kayıp Zamanın Ä°zinde ne demektir? Ä°nsan, bir insana mı aittir yoksa zamana mı? ´¡²â±ô²¹°ù»åı°ù bu sorular denizinin medcezir yapmasıyla yıkanan sonsuz cevaplar sahilimde, yine sonsuz sayıda sıradan olan kumlarıma zamanı öğretmeye çalışırmış gibi hissediyorum.

Peki, Marcel Proust bana tam olarak neyi öğretti? Onun kitaplarını bir bir aklımdaki raflara kaldırdıktan sonra yine aklımla baş başa kaldığımda, onunla birlikte bu zaman denen belirsizliği cüzi irademle çözebilecek hale geldim mi?

Yürüdüğüm sokakları artık Marcel Proust ve izlenimci cümleleriyle anlamlandırarak yürüyorum, etrafımda gördüğüm farklı yüzlerin perspektiflerini onun cümleleriyle betimliyorum. Bir ağaç görüyorum ve hemen Proust'un ağaçlar için yazdığı uzuncasına betimlemeler aklıma geliyor. Bir sevgiliye bakıyorum ve hemen Proust'un serisinde Albertine için yazdığı, farklı perspektiften görünen yüzler için yaptığı benzetme olan Doğu dinlerindeki Tanrıların farklı farklı yüzleri andırması geliyor. İnsanların uykularına ve uyanmalarına bakıyorum, belleklerini, alışkanlıklarını ve zamanı nasıl yönettiklerine bakıyorum. Zamanı yakalamanın tikel bir süreçten ibaret değil tam tersine etraftaki gereksiz insanların aptallıklarına maruz kalarak ve bundan sonra da şimdiki zamanımızda tek bir dakikayı bile verimsiz geçirmememiz gerektiğini anlayarak gerçekleştiğini çözümlüyorum.

Çözümlüyorum, çünkü Marcel Proust bir denklem gibidir. Ve Beckett'ın da dediği gibi "Proust'gil denklem hiçbir zaman basit değildir." Ben, hiçbir zaman basit olmayan bu denklem içinde başka bilinmeyenlerle birlikte yine bir bilinmeyen olarak yaşadığım birkaç ay geçirmiş gibi hissediyorum. Fakat şunu da öğreniyorum, bir denklemde ne kadar çok bilinmeyen olursa onu çözmek için de, onu bilinir hale getirmek için de o kadar çok uğraşırsın. Ve anlıyorum ki Kayıp Zamanın İzinde denklemini çözebilmek ve hayatıma hakkıyla katabilmek için epeyce uğraşmışım. Tüm bunların hepsi, yatağında sadece kitabını bitirebilmek için savaşan, yorgun düşen ve bizden sadece anlaşılmayı bekleyen Proust'un, mezarında rahat uyuyabilmesi için!

Kayıp Zamanın İzinde serisindeki bütün karakterlere aslında sokağa adımımızı attığımızda biz de maruz kalıyoruz. Hayatımızın bir döneminde maruz kaldığımız bir sevgili Albertine, bir sosyete Guermanteslar, bir kibirli ve itibar düşkünü Charlus, bir sanatıyla tanınmak isteyen Vinteuil, Elstir, Berma ve Bergotte görüyoruz. Peki onları ne kadar görebiliyoruz, onların kendi şimdiki zamanlarında ulaştığını sandıkları saf sanatsal zevke, biz kendi şimdiki zamanlarımızda gerçek olarak ulaşabiliyor muyuz?

Bugüne kadar okuduÄŸum bunca kitapta mekan ve zamanın ayrı olarak tasarlandığının farkındaydım. Fakat Proust denilen bu adam zamanı mekanlaÅŸtırmayı nasıl baÅŸarabilmiÅŸti? Zaman, kendi imparatorluÄŸuna ve kronolojik oyunlarına nasıl bu kadar ustalıkla hakim olabilirdi? Yoksa Proust, Kant’ın, zamanın mekâna dönüştüğü ve içsel hissin dışarıya yansıtıldığı ÅŸemalara verdiÄŸi isim olan ³¾´Ç²Ô´Ç²µ°ù²¹³¾±ô²¹°ùı mı kullanmıştı? Dünyanın zaman skalasına deÄŸemeyecek kadar aciz ve verimsiz olarak yaÅŸadığımız hayatlarımız bir monogramlar bütününden mi ibaretti? İçsel hislerimizi dışarı samimi olarak yansıtmayı bize kim, nasıl öğretebilirdi? Proust yaÅŸamımızı nasıl deÄŸiÅŸtirebilirdi?

Bugüne kadar ellerimi ve ayaklarımı sürekli normal bir yaşam yaşamak için kullandım. Oysaki şu an Dostoyevski'nin Budala kitabındaki idam mahkumunun aklından 3 saniyede geçen onlarca sahneyi yazmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum. Dostoyevski sarasıyla birlikte hazza ve varoluş acısına ulaşırdı, Proust ise hayatı boyunca bir astımlı olarak gezdi. Bunun üstüne bir de gidip kitaplarında onlarca çiçek ve bitkiyle içselleştirmeler yaşadı, yani bunun adı astım hastalığına sahip olup da etnobotanik ile uğraşmaktı. Ben de misal olarak uzun yıllardır bronşit hastalığımı geçirmek için uğraşıyorum ve 1-2 kere hapşırdığımda acizce hemen bir hapa başvuruyorum. Oysaki Marcel Proust için hapları, yazdığı kitaplardı, onlarla iyileşirdi, onlar ona bağışıklık kazandırabilirdi, sadece onlarla zamanı yakalayabilirdi. Çünkü kitapları, yazdıkları ve ardında bırakacağı izler dışındaki insanların hepsi onun için çoğu zaman bir vakit kaybıydı, onun zamanı ve hakikati arayışına panzehir olamazlardı.

Vakit kaybıydı çünkü vakit kaybı olması gerekiyordu. Proust'un zaman hiyerarşisi böyle işliyordu. Yani, zamanı yakalamak için onu kaybetmen gerekir. Dış dünyaya ne kadar maruz kalıp zamanını ne kadar boşa harcarsan, içinde onu kaybettiğinin farkına varacak bir delilin olur. Onu kaybettiğinin ne kadar farkına varırsan onu ele geçirmek için hırslanma kıvılcımın olur. Onu ele geçirmek için de ne kadar hırslanırsan onu yakalamaya o kadar yaklaşabilirsin. Çünkü Gilles Deleuze'un da dediği gibi, biz bu hayata çıraklar olarak gelmişizdir ve bizden pek çok konuda ustalık göstermemiz bekleniyordur. Ve hayat boyunca o kadar çok aşka, aptal insana ve bizi yanıltan maddi nesnelere maruz kalırız ki, esas olanın saf manevi ve sanat hazzı olduğunu unutuyoruzdur.

Ben unuttum, sen unuttun, o unuttu... Ama Proust unutmadı. Proust, sadece bir madlen ile istemsiz belleğini canlandırdı. İstemsiz belleğin verdiği o beklenmeyen haz ise istemli belleğin isteyerek hatırladığı şeylerden kat kat üstün bir hazdı. Hatta o sadece bir yazar değildi, o aynı zamanda bir sinirbilimciydi de:

"Proust, keki tattığında, kekin tadının ulaştığı nöronlar, yani Combray ve Leonie Hala'yı kodlayan nöronlar yanar. Hücreler kopmaz bir şekilde iç içe geçmiş, bir anı meydana gelmiştir."
(s. 111) Proust Bir Sinirbilimciydi, Jonah Lehrer

O sadece bir sinirbilimci değil, aynı zamanda bir sanatçıydı da:
"Berma'nın bir jesti bir heykelin duruşunu çağrıştırdığı için güzeldir. Aynı şekilde Vinteuil'ün müziği, Boulogne Ormanı'nda bir gezintiyi çağrıştırdığı için güzeldir." (s. 44) Proust ve Göstergeler, Gilles Deleuze

O sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir astronottu da:
"Proustçu evren, parçalar halindeki bir evrendir, parçaları da parçalar halindeki başka evrenleri içerir." (s. 130)
Proust ve Göstergeler, Gilles Deleuze

O sadece bir astronot değil aynı zamanda filozoftu da. Çünkü yakaladığı zamanda kullandığı karakterler ve zaman kurgusu da Leibniz'in monadolojisini hatırlatıyordu. Sanki bütün karakterler bir monaddı, her biri dünyayı ifade ettikleri bakış açısına göre tanımlanırdı. Marcel, hakiki bir monaddı. Charlus farklı bir monaddı. Albertine, Guermanteslar, Vinteuil, Elstir, Bloch, Saint Loup, Verdurin, Villeparisis gibi isimlerin hepsinin üstüne çekilmiş bir monad battaniyesi vardı. Ve bu battaniyenin ısıttığı boş bir ceviz gibi yuvarlanan ve soğumuş dünyanın altında başlıbaşına bir zaman mefhumu vardı. Zaten Leibniz'in monadları da başka monadları anlamlandırırdı. Aynı, hayatta yaptığımız eylemlerin, baktığımız sevdiklerimizin, maruz kaldığımız dünyevi rutinlerin bizim farklı yönlerimize ışık tutması gibi Proust da bizim duygulanımlarımızın olabildiğince çeşitlenebilmesi ve sanata yaklaşabilmesi için uğraşırdı.

Hatta sevdiÄŸi filozoflardan biri olan Henri Bergson'ın dediÄŸi “Her zaman, bir sonraki an, önce gelen anı içerdiÄŸi gibi, bu anın kendisine bıraktığı anıyı da içerir.â€� gibi bir zincirleme zaman tamlamasında yaşıyorduk. Bir sonraki anımızda maruz kalacağımız anının merakında ve arkamıza attığımız zamanın içindeki anıların özleminde, tam anlamıyla bir bellek tahterevallisinin üzerinde bulunan zaman kurtlarıydık. Zaten yine µþ±ð°ù²µ²õ´Ç²Ô'ı²Ô dediÄŸi gibi "Bizim zaman ölçümüzde geçmiÅŸ, ÅŸimdi ve gelecek sonsuz bir ÅŸekilde yanyana olabilme eÄŸilimi taşır." Kayıp Zamanın Ä°zinde serisindeki kronolojik iç içe geçmeler gibi bizler de bu üç zamanı aslında fark etmeden aynı anda yaşıyorduk, fark edebilen ise zaten zamanı yakalamış oluyordu. Marcel Proust aynı zamanda bir zaman lorduydu!

O, bunların hepsinin yanında mitolojiye de derinden bağlı bir adamdı. Belki de bunun için Orpheus'un Eurydike'yi kovalamasından etkilenmiş olacak ki, Marcel'in Albertine'i ile yaşadığı çıkmaz sokak misali aşkı anlattı. Ama Orpheus arkasına bakarsa Eurydike'yi kaybederdi. Ve insan, maalesef ki arkasına bakmadan yaşayamazdı. Ben de arkama bakmadan yaşayamıyorum. Geçmiş zamanda farkına varmadan kaybettiğim şeyleri o anda kaybetmemem gerektiğini anca şimdi anlıyorum, evet acı duyuyorum. Ama Proust acıyı severdi, acının, kıskançlıkların, hayal kırıklıklarının, rahatsız oluşların bizi insan yapacağını savunurdu ve sadece kitaplarındaki seslere kulak verdi. Büyük adamdı Proust, büyük adamdı...

Her şeye rağmen Marcel Proust ve onun kurguladığı zamanı yakalayabilmek için bu inceleme özelinde Marcel Proust'çu eleştiri yöntemini kullandım. Yani, onun sadece kitaplarına bağlı kalarak bir inceleme yazmak istedim. Eğer Sainte-Beuve'cu bir eleştiri yöntemi kullanarak Kayıp Zamanın İzinde'yi anlatmak isteseydim, onun babası olan Adrien Proust'un başarılarını kıskanmasından, kardeşi olan Robert Proust'un fiziksel gücü ile Marcel'ın onunla tam olarak zıt olmasından, hastalıklarından, arkadaş çevresinden, Dreyfus taraftarlığından, Balzac, John Ruskin ve Vermeer hayranlığından, hizmetçisi olan Celeste Albaret ile yaşadığı o küçük ama dünyanın en uzun romanının çıkabildiği odanın düzeninden bahsetmem gerekirdi. Oysaki ben bunu yapmadım, kendi gözlerimle Proust'un dünyasına bakmak yerine Proust'un gözlerini kullanarak kendi dünyama baktım. O, dünyanın en uzun kitabı için bütün hayatını verdi, ben ise bu inceleme için sadece 2 saatimi verdim. Sen ise okumak için sadece 5 dakikanı... Zamanı ben ya da sen değil, sevgili okur, kesinlikle o yakaladı ve yakalamış olarak da bu dünyadan göçtü.

İlerleyen günlerde bir Marcel Proust okuma rehberi, okunması gereken farklı yazarlara ait referans kitapların Kayıp Zamanın İzinde serisinden önce mi sonra mı yoksa ortasında mı okunması gerektiği, hangi makalelerin seriyi aydınlattığı konusunda bir ileti paylaşacağım. Onun hakkında 20 paragraf yazı yazmak yetmiyor, keşke saatlerce Marcel Proust hakkında konuşabilsek, keşke saatlerce onun hastalıklar içinde azimle çabaladığı, acılarıyla başa çıktığı ve yatağından ayrılmadan kahvesiyle birlikte tamamlamaya çalıştığı bu mucizevi seriyi konuşabilsek...

Ben diyorum ki, ne olursa olsun zamanını kaybetmemek için yaşa. Çünkü en sonunda ya da belki de her şeyin en başlangıcında, sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldığımızı sanacağımız bu yaşamda zamanı yakalayabilmekten önemli başka hiçbir şey yoktur.
46 likes ·  âˆ� flag

Sign into Å·±¦ÓéÀÖ to see if any of your friends have read Yakalanan Zaman.
Sign In »

Reading Progress

August 9, 2019 – Started Reading
August 9, 2019 – Shelved
August 16, 2019 – Finished Reading

Comments Showing 1-3 of 3 (3 new)

dateDown arrow    newest »

message 1: by Flybyreader (new)

Flybyreader Yorum kitabın kendisinden daha güzel :) vakti değildi herhalde çok içine giremedim ama tekrar bir şans vermeliyim galiba.


Oguz Akturk Gizem-in-Wonderland wrote: "Yorum kitabın kendisinden daha güzel :) vakti değildi herhalde çok içine giremedim ama tekrar bir şans vermeliyim galiba."

Hahha maalesef Marcel Proust'un yanına bile yaklaşamam bu konuda ama dedikleriniz için çok teşekkürler, umarım bir şans daha verirsiniz. :)


Bilal Y. Görkemli bir final olmuş. Kaleminize sağlık..


back to top